11 Kasım 2011 Cuma

HİÇ SORDUNUZ MU “EN FAZLA NE KADAR SEVEBİLİRİM” DİYE…

İşte izleyenlere bu soruyu sorduracak yönetmenliğini Özer Kızıltan’ın yaptığı, senaryosu sinema yazarı Burak Göral’a ait “Beni Unutma” bugün vizyona giriyor. İlk kez “Gece 11.45” adlı filmin senaryosuna imza atan Göral ikinci senaryosuyla izleyicilere hayata ve aşka dair sorular sordurtuyor…Filmde Mert Fırat, Açelya Devrim Yılhan, Tuba Ünsal, Melis Babadağ ve Kenan Ece başrollerde…


Yaşadıkları sorunlar sonucu eski ilişkilerine noktayı koyan ve sonrasında ilk görüştebirbirlerine aşık olan Olcay ve Sinan’ın “biz” olma hallerine ve hayatlarına ışık tutan filmin galası geçtiğimiz hafta yapıldı. Ben da gala sonrası senarist Burak Göral, oyuncular Mert Fırat, Açelya Devrim Yılhan, Melis Babadağ ve filmlerin müziklerine imza atan Anjelika Akbar ile biraraya geldim ve sizler için sordum.


Burak senin için “Beni Unutma”nın çıkış noktası ne oldu?

BURAK GÖRAL:


6 yıl önce her şey baba olmamla başladı diyebilirim. Hayata daha duyarlı bakmaya başladığımı hissettiğim bir dönemdi. Tam da o sene bir şiirle karşılaştım ve o şiiri kenar koydum. Burada hikaye var diye düşündüm ondan sonra da bütün bu süreçte benimle yaşadı, büyüdü.. Özellikle baba olduktan sonra etrafıma daha duyarlı olmaya karar verdim..Birşey daha farkettim ki biz bazı şeylerin farkına varmadan yaşıyoruz. Türkiye’nin özellikle de bu son zamanlardaki yaşadığı şeyler o zamanlardan göstermeye başlamıştı kendini. Her yerde bir hoşgörüsüzlük, ilgisizlik, bilinçsizlik var. Ben aslında tüm bunlara tepki gibi olduğunu inanıyorum bu hikayenin. Tam 1 sene önce bugünlerde bitirdiğim bir senaryoydu ve bugün yazsaydım duygusal anlamda çok daha şiddetli yazardım diye düşünüyorum. Çünkü bugün o günden çok daha sevgisiz bir noktadayız bence. İnsanları sarsmak, uyandırmak ve sevginin gücünü onlara anlatmak gerektiğini düşünüyorum. bunun için de onlara biraz tutup uyanın demek istedim aslında bu hikayede..
Kalın çizgilerle sevginin, aşkın, dostluğun altı çiziliyor diyebiliriz. Açelya Hanım siz canlandırdığınız Olcay karakterinden biraz bahsebilir misiniz? Ben pek bir şey söylemek istemiyorum sürprizleri kaçmasın diye ama çok naif kendi içinde çıkmazları olan biri diyip size bırakayım…

AÇELYA DEVRİM YILHAN:


Olcay son derece naif, duygusal ve hep söylediğim bir şeyi söyleyeceğim Olcay için “o hayatın kötü yönde dönüştüremediği bir karakter”. Trajediyle başlıyor hikayesi ama sonra Sinan’la tanışıyor ve kendini başka bir aşk hikayesinin içinde buluyor ve olaylar gelişiyor..


Siz ilk senaryoyu okuduğunuzda Olcay karakteri ve senaryo sizde ne gibi bir etki bıraktı?


Etkilenmemek mümkün değil bu senaryodan. Senaryonun yalnız benim değil herkes üzerinde bıraktığı etki aynı. Çok özdeşleştiğimiz kendimizden bir şeyler bulduğumuz, empati kurduğumuz durumlar bunlar. Ben de çok etkilendim herkes gibi…


Filmde çok güzel bir de dostluk var. Olcay ve sizin canlandırdığınız Sevda karakteri arasında…

MELİS BABADAĞ:


Herş eyden önce ben de şunu söyleyeyim çok inanarak oynadığımız bir senaryoydu. Hepimizi çok derinden etkiledi o yüzden empati yapmakta hiç zorlanmadık. Ben Sevda karakterini canlandırıyorum. Olcay’ın çok yakın arkadaşıyım, çok sağlam eskiden gelen bir dostluğumuz var. Bu genelde çok rastlanmayacak türden bir dostluk ve filmde gerçekten çok inandırıcı ve gerçek..

Arkadaşlıktan öte kardeşlik oluşmuş artık…

Her şey için başından sonuna kadar birbirine destek olan iki kadının dostluğu diyebiliriz. Nadir bulunan bir kadın dostluğu…


Sinan karakterini başta farklı tanısak da sonra bambaşka bir şekilde tanımaya başlıyoruz..Siz Sinan’ı nasıl yorumladınız?

MERT FIRAT:


Sinan karakteri aslında bizim alışık olduğumuz bir tip. Kadın peşinde koşan, belli bir yaşa kadar olgunlaşmayı bekleyen tipik bir erkek ama tam da evlenmeye karar vermişken, evinin eşyalarını seçerken her şeyden vazgeçen bir tip. Her şeyi geride bırakıyor. Eskiden aşka inanmayan bir karakter olduğunu düşünüyorum ta ki Olcay ile tanışana kadar. Sonra orda büyük aşk başlıyor. Aslında beni ilgilendiren kısmı şu ki; bir çok aşk filmi böyle başlıyor. Bu tip klişelere sahip 1000’lerce aşk filmi var ve sinema zaten klişeler sanatı. Önemli olan onu doğru yazmak, doğru aktarmak, doğru çekmek ve hepsini doğru biçimde birleştirmek. Sinema sanatının seçilen ve ayrılan kısmı bu oluyor. Bu anlamda Burak Göral ve Özer Kızıltan’la birlikte yine aynı şekilde Anjelika Akbar’ın aramızda olması filme çok şey kattı, Sinan’a da çok şey kattı. Burak senaryosunu yazdığında zaten elimde çok done vardır. Zaten Burak bir şey koymuştu ortaya onu görüp oynamamak, onunla empati kurmamak için duygusal bir araz ve sağırlık gerekiyordu, o da ben de yoktu(gülüyor…) Burak’ın Özer Bey’in yardımlarıyla aslında bütünn ekibin, Açelya’nın da yardımıyla keyifli bir süreç oldu, güzel bir deneyim oldu Sinan karakteri ve onun dönüşümü. Çünkü ben kendime hiç sormamıştım en fazla ne kadar sevebilirim ya da sevgi uğruna ne yapabilirim diye?


Nelerden vazegeçebilirim diye?


Evet nelerden vazgeçebilirim falan…Vardır ya “en fazla ne kadar sevebilirsiniz” sorusu, “sonuna kadar” cevabı da vardır. Hani bizim azıcık da arabesk oluşumuzdan kaynaklanan cevap.. O öyle olmuyormuş o akşamların sabahları, sabahların akşamları varmış.. O laflar filmlerdeki gibi olmuyormuş. Bu filmde onu deneyimleme fırsatı buldum, en fazla ne kadar sevebilirim sorusunu hiç kendime sormamıştım. Burak sayesinde sordum.


Daha pek çok soru sordurtuyor Burak aslında..


Aslında bu soruları filmin içindeki bütün karakterlere sordurtuyor ve cevapları da buldurtuyor aynı zamanda. O yüzden seyircinin dört ayrı karakterle de empati kurması çok mümkün. Gündelik bir dert aslında. 4 ayrı cevap 4 ayrı bakış açısı görecek izleyici. Aşk filmi olmasından hariç bu anlamda değerli olduğunu da düşünüyorum.


Evet izleyiciler hem hayata dair, hem de aşklarına, ilişkilerine dair sorulara sorarak çıkacaklar filmden.. Demin de bahsettiğimiz gibi filmin müziklerinde Anjelika Akbar imzası var. Anjelika Hanım sizin için nasıl bir süreçti filmin müziklerini hazırlamak?

ANJELİKA AKBAR:

Bu süreç aslında senaryoyla başladı. Mahvetti beni Burak ve etmeye de devam ediyor..Çok etkilendiğim bir film. Zor bir hikaye tabiiki bir aşk filmi ama hem romantik hem dramatik bir hikaye.. Besteci olarak bütün rollere girdim, yönetmen de oldum senaryo yazarı da oldum. Müzik öyle bir şey çünkü her şeyin altyapısını oluşturan sestir sonuçta.. Su gibi olmam gerekiyordu bütün duygulara bütün hikayelere girmem gerekiyordu, kalbimin en derinlerine kadar bunu yaptığım için bütün aktörlerle rollerle akraba gibi oldum, gördüğümde kalbim titredi. Bunu anlatmak çok zor ve enteresan bir his. Son derece keyif aldığım, güzel ve su gibi akan bir proje oldu. Herkese teşekkür ediyorum. Hediye gibi oldu.

28 Ekim 2011 Cuma

ONUR ÜNLÜ’DEN “NE YAPACAĞIMIZI ŞAŞIRMA FİLMİ”

Kendine has üslubu ile beyazperdede ayrı bir yer edinen Onur Ünlü’nün yeni filmi “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”nin çekimleri tamamlandı. Film ilk kez 18. Uluslar arası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Yarışma kategorisinde prömiyerini yapacak…
Filmin adındaki “aşırı” kelimesini görünce filmin Onur Ünlü imzası taşıdığını anlamak hiç de güç değil…Çünkü Ünlü; “Polis”, “Güneşin Oğlu” ve “Beş Şehir” ile tuhaf, absürd, klişeleri tam tersinden okuyan ve ölümle derdi olan bir senarist ve yönetmen olduğunu bizlere kanıtladı.
Bu kez önerilen aile tipiyle ilgili derdini beyazperdeye taşıyan Ünlü’nün oyuncu kadrosu da oldukça geniş… Ünlü’nün daha önceki filmlerinde de izlediğimiz Bülent Emin Yarar ve Tansu Biçer gibi isimlerine yanı sıra filmin başrollerinde Selçuk Yöntem, Ezgi Mola ve Türkü Turan yer alıyor…

Sinemada kolay olmayanı yapıp kendi sinema dilini yaratan, bu film “Onur Ünlü Kafası”nda tamlamasını bizlere dedirten Ünlü’nün derdi; “normal değil, anormal olanlar gerçekleşirse ne olur” sorusunda gizli….

“Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi” Eylül’de Adana Altın Koza Film Festivali’nde ilk kez beyazperdeye çıkacak ve bir aksilik olmazsa Kasım’da vizyonda olacak. Filmin İstanbul’da gerçekleşen son set günlerinden birinde biz de Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikaye’sini öğrenmeye gittik…

Her zamanki gibi Onur Ünlü kafasını anlamaya çalıştık ve anladık ki filmi izlemeden bu sefer nelerle karşılaşacağımızı anlamak pek mümkün değil…Buyurun şimdi de siz filmi filmin sahiplerinden öğrenin….

ONUR ÜNLÜ:

Filmde; Ortalama bir Türk ailesinin, ortalama okumuşluktaki, ortanın ortası ve belirli ölçülerde muhafazakar bir Türk ailesinin başına hiç kimsenin başına gelmesini istemeyeceği bir şey geliyor ve aile de bir arada durmaya çalışıyor. Fakat bu birlikte duruşu neden sergilediklerini bilmiyorlar, pek de emin değildirler. Çok da inanmadan bir arada durmaya devam etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden de aptal durumuna düşüyorlar, film bunla ilgili diyebilirim. Filmin ismi “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”. Filmin isminde belli ölçülerde mizah var ve bu filmin içinde de devam ediyor. Başa gelen durumların tuhaflığı belirli bir şiddette gülme isteğine neden olacak ama bu komedi filmi değil. Fakat ne yapacağımızı şaşırma filmi diyebiliriz mesela. Film aslında Eskişehir’de geçiyor, İstanbul’da evin dekorunu kurduk. Ev sahneleri dışında tüm çekimler Eskişehir’de gerçekleşti. Film; Kasım ayında vizyona girecek. Filmin ismini beğenenler gelirlerse seviniriz.

SELÇUK YÖNTEM:

Ben Celal Tan karakterini canlandırıyorum. Celal Tan bir hukuk anayasa profesörü ama bu yalnızca titri. Filmde bu unvan bağlamında giden pek fazla değişiklik yok. Celal Tan’ın bir ailesi var ve bu aile içindeki ilişkiler ve bir olayın dışa yansıması var. Celal Tan’ın titrine göre davranmasını gerektirmeyecek nedenleri olduğunu görüyoruz bu filmde. Celal Tan da böyle kuvvetli, dominant ve egoist bir karakter. Kendi aile yapısıyla birlikte yaşamı değerlendiren bir adam. Ailesinde de “kol kırılır yen içinde kalır” sözüne uygun bir olayın yansımasını görüyoruz.. Bir aktör için dramatik yapısı kuvvetli karakterleri oynamak çok zevkli ve keyiflidir, hedef de hep odur zaten… Bu film de benim bu şekilde rastladığım senaryolardan biri. onun için de çok mutluyum Onur’la çalıştığım için.

EZGİ MOLA:

Canlandırdığım karakter Jülide 30 yaşlarında, eşini kaybetmiş, bir oğlu olan bir kadın. Coğrafya öğretmeni aynı zamanda açıköğretim kanalında ders anlatıyor. Enteresan git - gelleri olan bir kadın olduğunu düşünüyorum, bir anı bir anını tutmaz bir tip. Aynı zamanda filmdeki diğer karakterler gibi sürprizli. Filmin içinde etkili bir karakter ve bu senaryo içinde olması gereken olay örgüsünü destekleyen birçok durumu ve hikayesi var aslında…

TANSU BİÇER:

Ben Celal Tan’ın oğlu Kamuran Tan’ım. Babasına ve ablasına göre okumuş bir ailenin okumamış bir mensubu. Kendini ticarette var etmeye çalışan ve oradan yolunu bulmaya çalışan biri. Aile içinde acıklı bir olay gerçekleşiyor. O da sırdaşlardan biri olarak hayatına devam ediyor. Filmin ortasında bir karakter çünkü aile de filmin ortasında. Ailedeki herkes bütün yaptıkları, gördükleri, görmedikleriyle ve görüp görmediklerine göre tepkileriyle tamamen filmin ortasındalar ve tamamen aileyi ilgilendiren bir durum var. O yüzden de filmin adı “Celal Tan” değil “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”. O yüzden de yürüyüp giden, olup biten bütün olaylar içinde hepsi varlar ve olayların içinde sürükleniyorlar…


KÖKSAL ENGÜR:

Ben konuk sanatçı sınıfına giren kısa bir role sahibim. Celal Tan’ın arkadaşıyım, kanser olduğum için son günlerimi yaşıyorum ve ona sırdaşı oluyorum…Eğer bu karakter olmazsa film çok şey kaybediyor çünkü bir sürü şey onların ilişkisi ve sonuçlarına bağlı. Şunu da belirtmeliyim; Eskişehir halkı sanata, sinemaya ve televizyona çok daha meraklı. Yolda hemen hemen herkes durdurup bizlerle konuşmak istiyordu bu da çok güzeldi.

TÜRKÜ TURAN:

Benim rolüm Özge Nazlı Tan. Celal Tan’ın çok genç karısı. Özge çok depresif bir öğrenciyken intihar ediyor ve porsuk çayına atlıyor, Özge’yi Celal Tan kurtarıyor. Böylece aslında okuldakı hocalarından biri olan Celal Tan ile tanışıyorlar ve evlenmeye karar veriyorlar. Bu aslında film içinde görmediğimiz bir hikaye. Bu hikayeyi sonradan alttan altta görüyoruz. Bu tanışmanın ardından aileye giriyor. Özge sanatçı ruhlu bir karakter, zaten heykeltıraş. Aslında neşeli ama Celal Tan’ın hayatına girdikten sonra daha neşeli hale gelmiş ve biraz da gizemli bir karakter.

“NAR” TAM BENİM İSTEDİĞİM DÜNYA, KAFAMI MEŞUL EDEN MESELE VE İSTEDİĞİM KOŞULLARDA ÇEKTİĞİM BİR FİLM”

“Bir gün içinde inandığı değerler paramparça olan dört nar tanesi”
Serra Yılmaz, Erdem Akakçe, İrem Altuğ ve İdil Fırat….
Ümit Ünal; önümüzdeki aylarda bizlerle buluşacak ve başrollerinde bu dört ismin yer aldığı yeni filmi “Nar”ın heyecanını yaşıyor…

Henüz 19 yaşındayken kendi hayat izlerini taşıyan Teyzem filmini senaryosuna attığı imza ile tanıdık Ümit Ünal’ı…Sonra ardı ardına filmleri geldi ve senarist kimliğiyle birlikte yönetmen koltuğuna da oturdu. Usta sinemacı kendi tabiriyle “oda sineması” dediği “Dokuz” ve “Ara”ya bir film daha ekliyor: “Nar”. Mardin Film Festivali Sinemardin’de biraraya geldiğimiz Ümit Ünal ile nar taneleri gibi inançları dağılan dört karakteri anlattığı yeni filmi “Nar”ı konuştuk….

Narın senaryosu ne zaman başladı ve nasıl çıktı ortaya?

Nar’ı 1,5 yıl önce yazmaya başladım. Aklımda hep Serra Yılmaz vardı başrol oyuncusu olarak.İlk paylaştığım insan da Serra oldu.Biraz ona göre yazdığım bir rol zaten.Fakat aslında dört başrollü bir film.Benim diğer filmlerimin bazılarını biliyorsanız, ‘Dokuz’ , ‘Ara’ gibi filmlerim var benim.Onlara biraz oda sineması diyorum. Tek mekanda geçen, kısıtlı bütçeli biraz ama hikayeye, kurguya ve oyunculuğa çok yaslanan filmler. Nar’da biraz öyle bir film. Filmin çoğu tek bir mekanda geçiyor. Fakat hikayenin oyunlarına, kurgu oyunlarına ve oyuncuların gücüne çok yaslanan bir hikaye.

Filmde ‘Asuman’ karakterinin Serra Yılmaz olduğunu ve bir sosyete falcısı olduğunu biliyoruz. Hikaye falcılık üzerinden nereye gidiyor acaba?

İnsanları bir arada tutan şey nedir diye düşündüğümde cevap olarak birbirimize duyduğumuz güven, bir tür inanç olabileceği fikrine vardım ve bunu sorgulayan bir hikaye tasarlamaya çalıştım. Nar’da dört karakter var ve her biri çok farklı şeylere inanıyorlar. Birisi fala inanıyor, birisi dünyanın daha farklı bir yer olacağına inanıyor, bir tanesi çok güçlü ve sadece o gücün işleyeceğine, zenginliğin dünyayı yönettiğine inanıyor. Bu dört insanı bir araya getirip, kendi inançlarını sorgulamalarını istedim ve ortaya onların çarpışmasını sağlayacak bir çatışma yarattım. Bir gün içinde o dört insanın inançları yerle bir oluyor.

Oyunculara nasıl karar verdiniz? Daha önce çalıştığınız ve aklınızda olan isimler miydi? Kimler var?

Erdem Akakçe var daha önce birlikte çalıştığım. Anlat İstanbul’da, Gölgesizler de çok küçük bir rolü vardı. Yakından takip ettiğim ve çok sevdiğim bir oyuncu. İdil Fırat’la ilk defa tanıştık. Ama role inanılmaz güzel oturdu. Gerçekten çok iyi bir rol çıkardı. İrem Altuğ var. Onunla da yıllar önce tanışmıştık ama birlikte çalışma fırsatımız olmamıştı. Bu filmde ilk defa birlikte çalışma fırsatımız oldu. Her oyuncu olağanüstü performanslar sergilediler.

Filmin çekimleri ne kadar sürdü? Tek bir mekan dediniz. Bu mekan İstanbul’da mıydı?

Tek mekan derken aslında filmde birçok farklı mekan da var. Gecekondu mahallesi var, geçmişe döndüğümüzde gördüğümüz bir köy var. Bunlar hep İstanbul çevresinde çekildi. Alibeyköy’de bir mahalle sahnesi çektik. Yinede en büyük kısmı Arnavutköy’de bir apartman dairesinde geçiyor. 2 hafta içinde çektik. Ama öncesinde uzun hazırlıklar yaparak, oyuncularla bol prova yaparak, sete girdiğimizde her şeyin hazır olmasına dikkat ederek çalıştık.

Şu anda Nar ne aşamada? Bizlerle ne zaman buluşabilecek? Öncesinde festivallerde izleyebileceğiz sanırım. Durum nedir ?

Film bitti. Bir tek son miksajı kaldı. Ama festivallere yollayabilmek için bir kopya yaptık. Bir sürü festivale başvurduk yurt içinde de yurt dışında da. Hepsinden gelecek cevapları bekliyoruz. Ben yurt dışında dolaşmasını çok istiyorum. Dolaşabilecek bir film olduğuna inanıyorum. Çok çarpıcı hikayesi olan bir film bence. Gösterime girmesi için görüşüyoruz dağıtımcılarla. İki yerle görüştük şu ana kadar. Onlarında tepkisi çok olumlu. Büyük bir olasılıkla Kasım-Aralık diye düşünüyoruz ama birkaç yerle daha görüşüp son kararımızı vereceğiz.

Nar’ı öyle güzel anlattınız ki filmografinize baktığınızda Nar’ı ayrı bir yere koyuyormuşsunuz gibi geldi bana. Nar çok daha özel bir yerde mi duruyor? Nerde sizce Nar ?

Açıkçası son üç filmimde çok kişisel işler yapmadım. Tam kendi stilimde çektiğim filmler var. Dokuz ve Ara bence öyle filmler. O aradan sonra yaptığım filmler “Gölgesizler” de “Ses” de , “Kaptan Feza” da dışarıdan gelmiş işlerdi. Ses’in senaryosu bana ait değildi. Onu bir tarz denemesi olarak, hikaye çok ilginç geldiği için kabul etmiştim. Nar tam benim istediğim dünya, tam benim istediğim hikaye, gerçekten kafamı meşgul eden mesele ve tam istediğim koşullarda çektiğim bir film. Büyük bir yapımcıyla bir başka senaryo çalıştığınız zaman başkasını suçlama şansınız oluyor. Bunda öyle değil. Tüm sorumluluk bana ait.

Biz sizi Teyzem filmi ile tanıdık ve hala her izlediğimizde çok etkilendiğimiz bir film. Teyzem’i yeniden çekmek için teklifler geliyor mu yada Teyzem’i dizi yapmak için teklifler aldınız mı?

Teyzem çekileli 26 sene oldu. Yıllar içinde bir tür kült film oldu denebilir. Bayağı bir hayran kitlesi var. Beni de en çok korkutan aslında bu. Öyle teklifler oldu ama bir parça korkuyorum açıkçası. Hep o ilk filmle karşılaştırılacak ve başarısı ona göre ölçülecek diye. Tabiki yapmayı çok isterim. Teyzem benim kendi hayatımdan bir hikaye, kendi teyzemin hikayesi,oradaki küçük çocuk da benim. Beni gerçekten çok etkileyen bir hikaye olduğu için, belki oradaki samimiyet insanlara geçtiği için o kadar güçlü ve hatırlanan bir hikaye oldu. Teyzem bütün kusurlarına ve eksikliklerine rağmen çok güzel akılda kalmış bir film. O yüzden biraz ürküyorum ama teklifleri değerlendiririm.

Teyzem kim olabilir? Müjde Ar’la o kadar özdeşleşti ki aklınızda var mı yeni dönem oyuncularından Teyzem’i şu oynayabilir dediğiniz?

Belki isimsiz hiç olmayan biri yaratılabilir. Müjde oynadığında o sırada Türkiye’nin en büyük starıydı. Aslında o senaryonun yapılabilmesini de Müjde’ye borçluyuz. Çünkü o zaman için çok aykırı bir hikayeydi. Sinemamızda ona benzer hikayeler hiç yoktu. Müjde ısrar ettiği için ve arkasında durduğu için oldu. Şimdi, o filmin başarısından dolayı bir yapımcı el atıp daha farklı bir paket haline getirebilir veya yeniden düşünüldüğünde isimsiz bir genç kız olabilir. Açıkçası oyuncuları çok iyi tanımıyorum, çok fazla televizyon seyretmiyorum. Tiyatrodan tanıdığım isimler var. Ama dizilerde görülen isimleri pek bilmiyorum ama aramak lazım.

“KİMİSİ DİYOR FENOMEN, KİMİSİ BAŞKA BİR ŞEY. BEN SADECE YAZILAN SENARYONUN HAKKINI VERİYORUM”

Geçen sezon boyunca Pazar akşamları pek çoğumuzu ekran başına kilitleyen, kısa sürede büyük bir hayran kitlesi edinen polisiye dizi Behzat Ç yeni maceralarına “Behzat Ç: Seni Kalbime Gömdüm” adıyla beyazperdede devam ediyor. Film bugün izleyicilerle buluşuyor. Biz pek çok basın mensubu olarak filmi prömiyerini yaptığı Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izledik…

Filmin yönetmen koltuğunda dizinin de yönetmeni olan Serdar Akar oturuyor. Senarist de tabiî ki Behzat Ç fenomeninin edebiyattaki yaratıcısı Emrah Serbes…Filmin oyuncu kadrosunda vazgeçilmezler Erdal Beşikçioğlu, Fatih Artman, İnanç Konukçu, Berkan Şal ve Canan Ergüder’in yanı sıra yeni oyuncular da yer alıyor. Tardu Flordun, Cansu Dere ve Hakan Boyav Behzat Ç’ye film için katılan isimler…Erdal Beşikçioğlu’nun filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden en iyi erkek oyuncu ödülüyle döndüğünü de hatırlatalım…

Behzat Ç, beyazperde de güldürüyor ve polisiye hikayesi ile de dakikaların nasıl geçtiğinin farkına varmamamızı sağlıyor… Filmde; “Behzat Ç” ve ekibi bu kez bir seri katilin ve katilin cinayetleri işleme sebeplerinin peşine düşüyor. Bu yolculukta “Behzat Ç” kaybettiği ve yokluğunu bir türlü kabullenemediği kızının acısını yaşamaya devam ediyor. Ancak bu durum diziyi izlemeyenler için biraz sıradan kalabilir. Zira; Behzat Ç’nin - diziyi izleyenlerin ancak 1 sezon içinde öğrenebildiği- kızını kaybedişiyle ilgili travmatik bir geçmişi var…. Diziden çok iyi bildiğimiz karakterler filmde bir görünüp bir kayboldukları için havada kalabiliyor ama film yine de Behzat Ç hayranlarını tatmin edeceğe benziyor diyor sözü Antalya’da bir araya geldiğimiz ve filmi ilk kez izleme heyecanını yaşayan Erdal Beşikçioğlu, Serdar Akar ve Tardu Flordun’a bırakıyorum…

ERDAL BEŞİKÇİOĞLU

Behzat Ç kısa sürede fenomen haline gelen bir dizi oldu. Ardından Behzat Ç beyazperdeye taşınıyor haberini aldık. İlk kez de Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izleyicilerle buluşutu. Sizce sinemadaki Behzat Ç. nasıl bir Behzat Ç. oldu?

Erdal Beşikçioğlu: Öncelikle sansürsüz bir Behzat Ç. oldu. Ciddi bir hikayesi olan bir Behzat Ç. oldu. Aslında ben çok şaşkınım, hakikaten enteresan bir işle karşı karşıya geldik. İnsan senaryoyu okuduğu zaman bazen perdede seyrettiği ile örtüşmeyebiliyor. Ama burada çok tuhaf bir durum olmuş. Okuduğumuz hikayeyi, katlayarak büyüyen bir rejiyle gördüm. Böyle olunca da seyretmesi keyifli bir film çıkmış. İlginç, şaşkınım yani.

Antalya’da izleyicilerden çok güzel tepkiler aldınız….Bire bir tepkileri gözlemleyebildiniz….

Erdal Beşikçioğlu: Çok enteresandı gerçekten. Yani biz evde zaman zaman oturup diziyi seyrettiğimiz zaman, gülüyoruz tabi yaptığımız işlere. Ama zaman zaman düşünüyoruz ki yani “Ulan buna sadece biz gülüyoruz ya” . Şimdi salonda da bizim canlandırdığımız bir hikayeye, bizim güldüğümüz hikayeye, zaman zaman dumura uğradığımız hikayeye seyirciyle beraber reaksiyon verdik. Böyle olduğunda izlemesi çok daha keyifli oluyor. O zaman da boşa bir iş yapmadığınızı görüyorsunuz. Yaptığınız her hareketin bir tepkisi olduğu zaman işinize daha da keyifle bağlanıyorsunuz. Çok keyifli bir iş çıkmış.

Behzat Ç. ‘nin bu denli sizle örtüşeceğini ve insanların size gerçekten oymuş gibi davranacağı karakter size ilk teklif edildiğinde tahmin etmiş miydiniz?

Erdal Beşikçioğlu: Bir oyuncu role başladığı zaman ancak o rolle ilgili hayal kurabilir. Yani ben fenomen olayım, ben şöyle olayım böyle olayım gibi bir şey olamaz. Bu bir ütopya olur, saçmalık olur yani. Olmaz zaten yani. Sadece rolü, yazarın hakkını verdiği ölçüde oynamak istiyorsunuz. Sonunda da böyle bir iş çıkıyor zaten. Kimisi diyor fenomen, kimisi diyor başka bir şey. Ben sadece yazılan senaryonun hakkını veriyorum diye bakıyorum bu işe. Gerçekten çok güzel yazılıyor ve çok güzel çekiliyor. Yani seyirci sıkılmadığı sürece ben de sıkılmam diye düşünüyorum.

TARDU FLORDUN:

Sizce Behzat Ç. nasıl bir film oldu, sizin için nerede duruyor bu film?

Tardu Flordun: Bence güzel ve keyifli bir film oldu. Ağır şartlarda çalıştık ve farklı bir iş çıkardık. Basın toplantısında da dediğim gibi bu anti kahramanın hikâyesi olduğu için onun üzerine kurgulanan bir film. Dolayısıyla Türkiye’deki bütün oyuncuların çalışmayı hayal ettiği, çok disiplinli, çok hızlı, çok pratik yani 50 kere tekrar etmediğimiz, tıkır tıkır çalıştığımız, güvenilir insanlarla çalıştığımız bir ekip. Umarım benim kariyerimde de iyi bir yeri olacaktır bu filmin. Bunu zaman gösterecek.

Peki bugüne kadar yapılan polisiyeler arasında Behzat Ç.’ yi nereye koyuyorsunuz?

Tardu Flordun: Şimdiye kadar yapılan polisiyeler arasında eleştiri yönü ağır basan ve izlediğim en samimi polisiye filmi diyebilirim.

SERDAR AKAR:

Bir sezon boyunca televizyon ekranlarında izledik Behzat Ç.’yi, şimdiyse beyazperdede karşımıza çıktı. Öncelikle şunu merak ediyorum, bundan sonra da izleyecek miyiz Behzat Ç.’yi?

Serdar Akar: Biz plaktan güzel bir şarkı dinliyorduk, şimdi onun konserine gideceğiz {gülüyor} bence bu devam edecek. Yani etmesi lazım, çünkü çok güzel bir tepki aldık seyirciden. Bu tepkinin üstüne bence bunun devam filmleri olabilir. Hiçbir şekilde diziyle fazla karşılaştırmamak lazım. Dizi de zaten episodik bir şey. Kendi macerası olan bir adam, bu adamın macerası içinde bence her türlü şey olabilir. Güzel de oluyormuş, Altın Portakal’da gördük. Şöyle de bir şey söyleyeyim, bu filmi televizyona seyredemezsiniz, seyredilmez yani. Zaten diziden farkı da bu.

Peki Behzat Ç. Emrah Serbes’in aynı adlı kitabından uyarlama… Uyarlama yapmak zor değil mi?
Serdar Akar: Çok, çok zor bir şey. Hele senaristimiz Emrah’ın yaptığı şey çok zor bir şey. O çok iyi bir edebiyat yazarı. Çok iyi bir edebiyat örneği olunca karşınızda onu senaryolaştırmak çok kolay olmuyor. Kelimelerin gücüne aldanabiliyorsunuz. Behzat Ç.’yi bu hala getirene kadar canımız çıktı yani {gülüyor}.

Behzat Ç. uzun soluklu bir proje gibi görünüyor ama şunu da sormadan geçemeyeceğim. Behzat Ç. dışında başka bir sinema projeniz var mı?

Serdar Akar: Tabi ki de var. Olmaz olur mu? {gülüyor} Film projeleri var, dizi film projeleri var. Mesela biz şu anda Trt’ye biz dizi çekiyoruz “Mor Menekşeler” diye. 17 ekim’de ilk bölümü yayınlanacak. Sinemada da var bir şeyler tabi ki {gülüyor}. Gerçekleşmeden açıklamam, nazar değer.

Kitapla aynı mı beyazperdede izlediğimiz Behzat Ç.? Bir de tabi kitabı okumayanlar, okuyacakları zaman artık gözlerinde canlanacak belirgin karakterler var.

Serdar Akar: Evet. Biz de şimdi kitabı tekrar okuyunca, gerçekten filmdeki oyuncular konuşuyor gibi geliyor. {gülüyor} Öyle oluyor işte, çok güzel değil mi?

13 Şubat 2011 Pazar

Sevgililer Günü...

Çoğu kişide bir heyecan, merak...

Kimisinde "aman kandile denk geldi öncesinde mi kutlasak ama olmaz ki" telaşı...

Ama hemen hemen herkesde "ay ne alacağım ki ben şimdi" düşüncesi...

Küçüklüğümden beri bana en anlamsız gelen günlerden biri....Aslında bana ay dönümü, yıl dönümü, tanışma günü gibi kutlamalar da anlamsız gelir...İçimde bir yerlere erkek kaçmış biliyorum bunu bazen sık sık hissediyorum da :) Daha da önemlisi sanki sevgililer gününü sadece lise öğrencileri kutlar gibi geliyor...Koca koca kadınlar ve adamlar kutlayınca da nedense garipsiyorum...

Kaç yaşına gelmişsin arkadaş daha bunu özel günle mi kutlayacaksın, artık yetişkin bir bireysen istediğin her akşam özel yemek yer, sürpriz yapar, hediye alırsın...Daha da önemlisi asıl böyle özel günlerde sürpriz diye birşey yoktur. Ne gönderilen çiçek şaşırtır, ne yenilen yemek, ne de bir hediye ile karşılaşmak...Çünkü zaten beklentisi içinde olduğun birşey seni şaşırtmaz hatta böyle günler birçok hayal kırıklığına da gebedir...(beyler duyurulur)

Halbuki alakasız bir günde çiçek göndersen ya da hiç beklemediği anda aldığın bir eldiven o gün verdiğin bilmem ne marka parfümden daha samimi ve etkileyici olur...

O gün atacağın romantik mesajları başka gün hissetmiyor musun, illa birinin bugün sevgililer günü demesi mi gerekiyor hislerini aklına getirmesi için....

Bu "özel" gün bir para tuzağından öteye gidemez..Bence çoğu ilişkiye de zarar veriri. Bana bunu aldı, şuraya götürdü ama bilmemkiminki neler yaptı şeklinde kıyaslamalara götürüp ilişki bile sorgulatır adama...

Ayrıca ne o öyle dünya kadar kişi bir mekanda "evet biz de sevgiliyiz" diye eğlenmek...

29 yaşındayım hiçbir sevgililer gününü kutlamadım...Kutlamayı da düşünmedim, hiçbir beklentim de olmadı bu günde....ama doğum günü derseniz hayatımda prensesler gibi olmak istediğim, her türlü şımartılmayı beklediğim tek gün!!!!

SEVMİYORUM SENİ SEVGİLİLER GÜNÜ, YAŞASIN DOĞUM GÜNÜ!!!!